İklim Krizinde “Arz Güvenliği” ile “Hesap Verebilirlik” Arasında Bir Yer
Kalkınma ekonomistleri olarak iklim krizi konusundaki hassasiyetimizin, mevcut popüler çerçevenin ötesinde olduğunu sıklıkla belirtiyoruz. İşte bu sebeple, iklim adaleti, iklim diplomasisi gibi kavramları yazılarımızda ön plana çıkartarak, konunun çok boyutluluğuna işaret etmeye çalışıyoruz.
Yukarıdaki girişe uygun olarak, bu yazımda iklim krizinde “hesap verebilirlik” (climate accountability) kavramından bahsetmek istiyorum. IPCC raporu, iklim krizinin insan aktivitesinin sonucunda gerçekleştiğini net bir biçimde ortaya koydu, değil mi? Peki o halde sorunlu aktiviteler kadar sorumlu kurumları da bilmemiz iyi olmaz mı? İklim krizini yaratan ve derinleştiren bu süreçte, kim, hangi davranıştan, ne kadar sorumlu?
İşte hesap verebilirliğin önemi tam bu noktada ortaya çıkıyor. Sadece şirketlerin değil, ülkelerin de iklim krizine sebep olan ve/veya iklim krizini derinleştiren aktivitelerdeki sorumluluklarını belgelemek önemli. Elbette ki mevzunun adı “küresel iklim krizi” olduğu için, küresel bir mücadele gerekiyor. Aksini söyleyen yok. Ancak kurumların/ülkelerin yaptıklarından sorumlu tutulacağı, şeffaf bir sürece de kimsenin itirazı olmamalı.
Buradan konuyu aslında iklim krizinde hesap verebilirlikle yan yana görmeye pek de alışık olmadığımız bir kavrama bağlamak istiyorum: enerji arz güvenliği.
Hafiza-i beşer nisyan ile maluldür. Gündem o kadar hızlı değişiyor ki, unutuyoruz. O nedenle unutulmasına fırsat vermeden, yakın dönemde tüm dünyada yaşanan enerji krizini hatırlatmak isterim. Geçmiş yıllar ortalamasından daha soğuk geçen kış aylarında, doğal gaz stoku azalan ülkelerin zorlandıklarını, küresel enerji fiyatlarının ulusal bütçeleri zora sokacak şekilde yükseldiğini gördük. Ama elbette ki her şeyden önemlisi, ısınamayan hanelere, elektriği kesilen hastanelere, iş kaybı yaşayan üretim merkezlerine şahitlik ettik. Yakın zamanda kendini hatırlatan bu dersten sonra, enerji arz güvenliği pek çok ülke için yeniden önem kazanan bir gündem oldu.
Arz güvenliği, jeopolitik ve iktisadi pek çok unsur barındıran, oldukça çetrefilli, stratejik bir konu. Enerji arzında sıkıntı yaşandığı dönemlerde, yeşil dönüşümün eleştirildiği, fosil yakıtların daha ağırlıklı gündeme geldiği ise bir sır değil. Oysa ki yapılabilecek en büyük hata, yeşil dönüşümün, enerji arz güvenliği ile çeliştiğini düşünmek olacaktır. Ülkelerin, kendi kalkınma ajandalarına eşlik eden iktisadi programlarına uygun bir şekilde, arz güvenliğini gözeten planlamalar yapması kolay değil ancak mümkün. Ama işte tam bu noktada işler karışabiliyor. İklim diplomasisinde sesi daha çok çıkan, arz güvenliğini sağlama adına yeşil dönüşümden daha çok ödün verebiliyor. Bu asimetriyi önlemenin yolu “hesap verebilirlik”ten geçiyor olabilir mi? Kendi kapısının önünü temizlemeyen, başkasının bahçesine taş atmasın. İklim kriziyle mücadeleye katkısında şeffaf olmayan, arz güvenliğini bahane ederek yeşil dönüşümden uzaklaşmasın!
Tekraren: ülkelerin arz güvenliğini gözeterek yeşil dönüşümü planlamaları önemli. Bu planlama yapılırken, küresel iş birliğinin içinde kalmak, yerel ihtiyaçları gözetmek ve şeffaf bir şekilde hesap vermek de temel prensipler arasında mutlaka yer almalı. Aksi; iklim krizi ile mücadeleye ve iklim adaleti arayışımıza zarar verecektir. Kabul edilemez!
You May Also Be Interested In



