Küresel İklim Değişikliği - Riskler ve Fırsatlar
Değişim Güzeldir. Ya İklim Değişiyorsa?
“Everyone thinks of changing the world, but no one thinks of changing himself.”
Leo Tolstoy
“Değişim” yüzyıllardır düşünürlerin çoğunlukla pozitif bir algıyla önemini vurguladıkları, Tolstoy’unki gibi pek çok özlü söze mazhar olmuş, zamanda bir anın tekrar yaşanamaması kadar açık ve somut bir olgu. Gerçekten de “değişmemek” için hiçbir şey yapmamak dahi değişime engel olamıyor. En azından hiçbir şey yapmadığını sanan birey “yaşlanıyor”, hücrelerinden binlercesini kaybediyor, yaşı ilerledikçe yerine yenisini de koyamıyor. Evrendeki her nesne, varlık da benzer bir kaderi paylaşıyor. Hiç sönmeyecekmiş gibi dünyamızı aydınlatan 4,6 milyar yıl yaşında olduğu tahmin edilen güneşin 10 milyar yıl içinde ömrünü tamamlayacağı hesap ediliyor. Biz kendi ellerimizle sonunu getirmesek dahi, sönen bir güneşin beslemediği dünyanın da öngörülen yaşam süresinin bir yok oluşla sonuçlanacağı kesin. Özetle, “değişim” olgusal olarak insanoğlunun, kendisi ve çevresi için, karşısında kesin bir galibiyet elde edemeyeceğini bilerek, iyimser bir yaklaşımla ayak uydurması ya da yaratabileceği olumsuzluklara karşı önlem geliştirerek direnç göstermesi gereken bir realite.
Hayatın her alanında, görünür ya da görünmez tüm noktalarında yaşanan değişimin, büyük bir azamet ve acımasız bir hızla üzerimize geldiği, olumsuz anlamda bize, “ya adapte ol ya da engel” dediği çok temel yansımalarından biri de “iklimimizde” yaşadığımız değişim. Ya da dünyada farklı farklı coğrafyalarda ortaya çıkan, ancak gelecekte nasıl evrileceğini tam olarak tahmin edemediğimiz, çoğumuzun irili ufaklı ipuçlarını yaptığımız seyahatlerden ve düzenli gözlemlerimizden çıkartabildiğimiz görüntü ve etkileri, her gün haberlere konu olan boyut ve yansımalarıyla, “küresel iklim değişikliği” demek belki de daha doğru bir ifade olacak.
Hangimiz, çok uzun bir aradan sonra aynı mevsimde ziyaret ettiğimiz bir bölgenin öncesiyle kıyaslandığında “daha sıcak” ya da “daha kurak” olduğunu fark etmedik? Şahsen, hayatının tamamına yakınını İstanbul’da geçirmiş birisi olarak, çocukluğumun kışlarının çok daha karlı ve soğuk, yazlarının da daha az nemli ve daha az rahatsız edici ölçüde sıcak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Eminim bu düşünce beni özgün kılmayacak ve benimle aynı zaman diliminde İstanbul’da yaşayan çoğu insan da benzer tespitleri yapabilecektir.
Bizim yerel etkilerini rahatlıkla gözlemleyebildiğimiz, sanayi devrimi sonrasında katlanarak artan fosil yakıtların tüketiminden kaynaklanan küresel ısınmanın bir sonucu olarak ortaya çıktığına artık hiçbir şüphenin kalmadığı bu değişim elbette bizimle ya da yaşadığımız coğrafyayla sınırlı değil. İklim değişikliği küresel bir fenomen ve etkileri de bizler gibi, kendi coğrafyalarındaki değişimin olası sonuçlarını düşündükçe, dünyanın her noktasında insanlar için çok ciddi bir kaygı oluşturuyor. Fosil yakıt tüketimi kaynaklı karbon emisyonlarının etki boyutları yerelde kalmayarak tüm gezegeni etkiliyor. Bu kaygılar, bazen o kadar büyüyor ki, Avustralya’da ya da Kaliforniya’da aylarca söndürülemeyen ve doğayı tahrip eden yangınların doğaya, doğal kaynaklara ve oradaki canlılara verdiği zarar ya da üzerine çıkabileceği bir buz kütlesi bulamayan kutup ayısının çektiği acı, dünyanın diğer ucundaki bizleri de üzüp, kaygılandırıyor.
Neden Kaygı Duymalıyız?
“Küresel iklim değişikliği” adı altında, dünyanın oluşumundan bugüne yaşadığı döngülerin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan ve yerin katmanlarında bıraktığı izler sayesinde gözlemlenen bu değişimin, insan eliyle “hızlandırılması” ya da “doğal seyrinin bozulmasının” yaşadığımız maddi çevre üzerindeki tahribatı ise çok detaylı bir hesaplama gerektirmeyecek kadar rahatlıkla tahmin edilebiliyor. Zira, yaşadığımız ve yaşattığımız iklim değişikliği şimdilik az sayıda “pozitif” etki ve “fırsatlar” sunuyor olsa da hayat kalitemizi azaltan maddi ya da manevi tahribatlar ile belirsizlikleri artıran “negatif” sonuçları artık yadsıyamayacağımız ölçüde yakınımızda hissettiğimiz ağırlıkta ve ne yazık ki çok sayıda.
Günlük yaşantımızda her birimizin hayatına dokunan bu etkilerin istenmeyen düzeyde büyüyen olumsuz ekonomik sonuçlar doğurması, dolayısıyla çağdaş dünya düzeninin bir başka gerçeği olan “finansal” alanda yarattığı ve yaratabileceği riskler de en az bireysel hayatlarımız üzerindeki kadar tehditkâr ve tahrip edici nitelikte. Finansal risklerin öngörülebilirliği üzerinde net bir negatif etki yarattığını söyleyebileceğimiz “iklim değişikliğinin” doğrudan ve dolaylı yolla nüfuz ettiği alanlar, “sürdürülebilir” bir finansal çevrenin oluşturulması ve geliştirilmesinin önünde gitgide büyüyen, kayda değer bir engel olarak karşımıza çıkmakta, ancak ilginç bir şekilde çözümü de aynı sürdürülebilirlik platformu içinde aramamızı zorunlu kılmaktadır.
Uzmanlarca iklim değişikliğinin birinci elden yarattığı “doğrudan riskler” temel olarak hepimizin tecrübe ederek kolaylıkla gözlemleyebildiği;
- Gitgide sayısı, sıklığı ve şiddeti artan fırtınalar, daha önceden görülmediği bölgelerde sık görünür hale gelen hortumlar, kısa süreli ama aşırı yoğunlukta gerçekleşen sağanak yağışlar, beklenmedik mevsimlerde, yerlerde ve sıklıklarda ortaya çıkan seller, obruklar, kuraklık, bağlı olduğu karadan kopup ayrılan ve eriyen buz kütleleri ya da buzullar vb. değişikliklerin yol açtığı “fiziksel riskler”
İle
- Tüm bunları artık hayatın bir gerçeği olarak kabul ederek oluşan yeni duruma karşı hazırlıksız yakalanmanın getirebileceği, “sürdürülebilir politikalardaki eksikliklerin”, “kurumsal ve bireysel sorumlulukların netleştirilememesi”, “kısa vadeli finansal sonuçlara odaklanan dar kurumsal vizyon” sebebiyle ortaya çıkan hukuki ve düzenleme boşluklarının ve yeni gerçekliğin gerektirdiği yapısal, teknolojik ve organizasyonel dönüşümün tamamlanamamış olmasının yaratacağı “geçiş riskleri” olarak adlandırılmaktadır.(1)
İklim değişikliğinin tek başına ayrı bir “Risk Kategorisi” oluşturması, literatürde genel olarak kabul edilmemiş ise de yapılan tahminlere göre 2100 yılına kadar küresel finansal varlıkların en iyi senaryoda %2, en kötü senaryoda ise %10’unu risk altına sokacak olan iklim değişikliğinin olası yıkıcı etkisine ilişkin farkındalığın artırılması ve gerekli hazırlıkların şimdiden yapılması her geçen gün daha fazla önem kazanmaktadır.(2)
Avrupa Risk Yönetim Konseyi’nin (European Risk Management Council) Mart 2020 tarihli “Risk Management Review” yayınında, ayrı bir risk kategorisi olmaması sebebiyle iklim değişikliklerinin risk taksonomisinde değişiklik gerektirmediği ifade edilmektedir. Bununla birlikte, söz konusu yayında, mevcut riskler üzerindeki yarattığı ağırlaştırıcı etkisi sebebiyle iklim değişikliğinin olası etkileri üzerine tüm kurumların eğitilmesi gerektiğinin altı çizilmekte, bu değişimin finansal, itibari ve toplumsal sonuçlarının hesaplanması ve konuya ilişkin kamuoyuyla bilgi paylaşımının özendirilmesi önemle vurgulamaktadır.
Gerçekten de iki risk kanalı üzerinden finansal riskleri tetikleyebilen iklim değişikliği etkilerinin, alanda yarattığı fiziksel bozulma ve yıkım ile başlayan süreç; varlıkların kaybına, yatırımların ortadan kalkmasına, ürünlerin zıyaına, iş ortamının sürdürülemez hale gelmesi ile sermaye ve insan göçüne, yıkım ve hasarların yol açtığı zararlar sebebiyle yeniden ve daha pahalı yatırımların yapılmasına, yükselen sigorta maliyetlerine ve enerji fiyatlarının artmasına yol açarak çok ciddi ekonomik sonuçlar doğurmaktadır.
Elbette olumsuz ekonomik sonuçlar da finansal riskleri artırmaktadır. İklim değişikliğinin söz konusu etkilerini artık hayatın bir gerçeği olarak kabullenerek dikkate alan bir düzenleme ortamının bulunmayışı ya da düzenlemelerdeki eksiklikler, olası etkilerin azaltılmasına, tanzimine ve tazminine dönük süreçlerle, kurum ve kuruşların organizasyonel dönüşümünün gerektiği şekilde yapılamamış olması da finansal risklerin azaltılamamasına ve tekerrürüne zemin hazırlamaktadır. Tüm bu etkilerin sonucu olarak tanımlanmış finansal riskler de temel olarak sırasıyla;
- Piyasalardaki bozulmanın sermaye, emtia ve borç piyasalarında yaratacağı kayıplarla piyasa riskinde,
- Varlık değerleri üzerindeki azaltıcı etkisi ile ticari ve bireysel krediler ve teminatlar üzerinde oluşturduğu etkiyle kredi riskinde,
- Üretim kayıpları, sigortalama maliyetleri, kayıp üretim süreçlerini tekrar işler hale getirme ve yeni koşullara ilişkin düzenleme eksiklikleri yanında, risklerin doğru ölçüm ve hesaplamalarının yapılamaması vb. sıkıntılar ise operasyonel risklerdeki
artışlar ile kendisini göstermektedir. Özellikle operasyonel risklerin yaratabileceği olası sonuçlar ise tüm riskler için geçerli olabilecek bir döngüsellik ortamı oluşturmaktadır.
Tablo 1: Fiziksel Riskler ve Geçiş Riskleri(3)
İklim değişikliğinin ekonomi üzerindeki riskleri bu iki kanaldan ilerlemekle birlikte, tesir ettiği çok sayıda alan söz konusudur.
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2021 yılı Küresel Risk Raporu’nda (16. Sürüm) yer verilen “2020 Yılı Küresel Risk Algısı Araştırmasının” sonuçlarında; “açık ve yakın tehlikeler” kategorisinde %52,7’lik oranla “aşırı hava olayları” ve “varoluşsal tehditler” kategorisinde ise %38,3’lük oranla “İklim değişikliğine karşı aksiyon alınmasında yaşanacak zaaf” sayılmaktadır. “İklim değişikliğinin” anket sonuçlarında öne çıkarılan söz konusu iki unsuru, 2019 yılından itibaren risk ortamında “olasılığı en yüksek” iki küresel risk olarak anket sonuçlarının en tepesinde görünürken, anılan iki risk, “en yüksek küresel etki” sınıflamasında ise son yıllarda yine üst sıralarda kendilerine yer bulmaktadır.(4)
Neden Umutlu Olmalıyız?
İklim değişikliğinin tetikleyici faktörlerinin başında yoğun karbondioksit salımı sebebiyle fosil yakıt kullanımı gelmektedir. Gerek endüstriyel süreçlerde, gerekse doğrudan elektrik üretiminde fosil yakıtların azaltılması yolunda alınmaya başlayan önlemler ile yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim ve bu enerji kaynaklarının üretim ve kullanımının yaygınlaşması, tüm bu olumsuzluklara rağmen hala iyimser olabilmemiz için adeta kapı aralamaktadır. Benzer şekilde, enerji verimliliği kapsamında alınan güçlü önlemler de enerji kullanımındaki doğrusal artışı aşağı yönlü etkileyen bir etken olarak gelişme seyri göstermektedir. Sevindirici bir başka gelişme ise, giderek yaygınlaşan biçimde döngüsel ekonomi pratiklerinin ortaya çıkması, böylece hem hammadde temini için harcanan hem de üretim süreçlerinde kullanılan enerjinin azalmasıdır.
Söz konusu gelişmeler, iklim değişikliğinin finansal riskleri artıran etkisine karşın, yine finansal alanda yeni fırsat ve imkanlar yaratmaktadır. Bu kapsamda ortaya koyulan teknolojik gelişim ile insan hayatına dokunan, üretim ve finans alanında somutlaşmaya başlayan ilerlemeler (elektrikli araçların yaygınlaşması, karbon emisyonunu azaltmaya yönelik üretim şablonlarının ağırlık kazanmaya başlaması, üretimde ve finansta çevresel etkilerin sertifikasyonu ile uluslararası ticarette bu yönde yeni bir yaklaşımın işlerlik kazanmaya başlaması, sürdürülebilirliği temel alan tematik finansman alternatiflerinin hem adet, hem de hacimsel olarak önemli sıçramalar göstermesi vb. değişimler) bizleri umutlandırmaktadır.
İklim değişikliğiyle mücadele çerçevesinde gerekli olan ve trilyonlarca ABD dolarını bulan altyapı yatırım ihtiyaçlarının küresel finansal sistem içerisinde karşılanması için; yerel, uluslararası ve uluslarüstü kurumlar nezdinde gözlemlenen isteklilik ve arzu da umudumuzu korumamız gerektiğini ortaya koyan bir başka gelişmedir.
Yatırım kararlarına çevresel, sosyal ve yönetişimsel kriterlerin dahil edilmesini hedefleyen yaklaşımların yaygınlaşması ve finans sektöründe belirgin bir karşılık bulması, sürdürülebilir finans konusundaki güçlü yatırımcı ilgi ve tercihi ve bu yönde ortaya çıkan yenilikçi finansman mekanizmaları, hükûmetlerin sürdürülebilirlik yolunda attıkları adımlar, sağlanan teşvik ve destekler ile yasal düzenlemeler de iklim değişikliği kaynaklı olumsuzlukların etkisinin azaltılması için hem kurumsal-regülatif bir çerçeve, hem de moral ve motivasyon sağlamaktadır.
Uluslararası Enerji Ajansının (IEA) 2011 yılında yaptığı tahminlere göre,(5) iklim değişikliği sebebiyle ortaya çıkan küresel ısınmanın yüzyılın sonuna kadar 2⁰ C (2⁰ C’lik hedef, 2015 yılındaki Paris İklim Anlaşması ile 1,5⁰ C olarak güncellenmişti.) ile sınırlandırılabilmesi için dahi 2050 yılına kadar, büyük çoğunluğu az gelişmiş ya da gelişen piyasalarda olmak üzere her yıl yaklaşık 3,5 trilyon ABD doları, toplamda da yaklaşık 90 trilyon ABD doları enerji yatırımına ihtiyaç duyulmaktadır. Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA) ise 2020 yılında güncellediği Küresel Yenilenebilirlik Görünümü Raporunda,⁶ 2016-2050 yılları arasında planlanan, büyük bölümünü yenilenebilir ve enerji verimliliğinin oluşturduğu enerji yatırım senaryo tutarını 95 trilyon ABD doları, aynı dönemdeki yatırım senaryolarının dönüştürülme tutarını ise 110 trilyon ABD doları olarak öngörmektedir.
Enerji piyasasını da önemli ölçüde şekillendiren bu yatırım ortamında, doğrudan küresel iklim değişikliği için oluşturulmuş finansal mekanizmaları, ağırlıklı olarak İklim Yatırım Fonları (Climate Investment Funds (CIFs)), Yeşil İklim Fonu (Green Climate Fund (GCF)) ve Uyarlama Fonu-(Adaptation Fund (AF)) gibi çok taraflı ve ülkelerin gönüllülük esaslı katkılarına dayalı fonlar oluşturmaktadır. Söz konusu fonların toplamı, hacim olarak küresel finans sisteminde halihazırda nispeten küçük bir yer tutmaktadır. Anılan fonlarla temel olarak, bir taraftan ürettikleri ürünlerle küresel üretim zincirinde önemli yer tutan “az gelişmiş” ya da “gelişen piyasalardaki” enerji verimliliğini, yenilenebilir enerji kullanımının artırılmasını ve buna uygun altyapı yatırımlarının yapılmasını sağlamak amaçlanırken, diğer taraftan iklim değişikliğinin üretim zincirinde yaratacağı olası dalgalanmalara karşı küresel bir koruma mekanizması oluşturulmasının hedeflendiği de açıktır.
Uluslar üstü düzeyde teşkil edilmiş yukarıda bahsi geçen fonlar dışında doğrudan “iklim değişikliğine” özgü finansal enstrümanlar oluşturulması henüz tüm finansal sistem genelinde kayda değer bir yaygınlık arz etmemektedir. Bu çerçevede daha çok, yenilenebilir enerji bazlı dönüşümler ve çevreye olan olumsuz etkinin en aza indirilmesinin amaçlandığı verimlilik, düşük karbon emisyonu ve sürdürülebilirlik kavramı etrafında oluşturulan daha dolaylı finansal enstrümanlar öne çıkmaktadır. Bununla birlikte, çevresel duyarlılık ekseninde, dolaylı da olsa “iklim değişikliği” konusunda olumlu katkı yaratabilecek söz konusu enstrümanlar finansın neredeyse tüm alanlarında daha fazla görünür hale gelmektedir. Nitekim, su ve enerji verimliliği vb. temalı kredilerin kapı açtığı bu dönüşüm süreci, özellikle son yıllarda çok büyük oranda artan yeşil tahvil ihraçları ile borç (bono) piyasalarında (DCM), tamamen çevresel etkileri dikkate alan portföy tercihleri ile yatırımcılarına alternatif yatırım alanları ve özgün fonlar yaratan sermaye piyasası ve portföy yönetim şirketlerinin ürünleri ile de pay piyasalarında (ECM) görünürlüğünü artırmıştır. İklim değişikliği kaynaklı çevresel etkilerin azaltılmasına dolaylı da olsa olumlu katkı sağlayacak bu sürecin önümüzdeki dönemde çok daha rafine ve hacimsel olarak büyüyen portföylerle yadsınamaz derecede önemli aşamalar kaydedeceğini şimdiden tahmin etmek de hiç zor değil.
2019 yılında Uluslararası Ödemeler Bankası-BIS (The Bank for International Settlements) dünyadaki merkez bankaları için açık uçlu bir “Yeşil Tahvil Fonu” oluşturmuşken, IMF ise ülkelere ilişkin ekonomik analizlerinde çevresel riskleri de değerlendirmeye tabi tutacağını ve bir kısım ülkelerin yüksek riskli “Karbon Şoklarına” maruz kalabileceklerini açıklamıştır. Keza, karbon emisyonlarına ilişkin tespitlerini güvenilir bir şekilde yapmayan bazı ülkelere karşı ticari önlemler alınması ya da bu konuda aksiyon almakta yavaş davranan ülkelerden yapılacak ithalatta gümrük tarifelerinin artırılması da uluslararası düzeyde sıcak tartışma konuları arasındadır.⁷
Sermayenin iklimsel ve çevresel hassasiyetleri gözeten ekonomik aktörlere ve finansal enstrümanlara artan oranda yönelmesinin yarattığı olumlu ortamın, küresel düzeyde oluşturulacak, iklim değişikliğine karşı duyarlılığı artırma hedefli bir finans politikası ile desteklenmesi, çevresel sorunların yaratacağı finansal risklerin ve sürdürülebilirlik yatırımlarının çevresel etkilerinin sağlıklı bir şekilde ölçülmesi, önümüzdeki dönemde hem kural/yasa koyucu kurum ve devletlerin, hem de finans sektörünün öncelikli gündem maddelerinden bazılarını teşkil edecektir.
Yazımı en başta yer verdiğim özlü söze atıfla nihayetlendirmem gerekirse; Mars’a gidecek rokette yer ayırtmadıysanız, sistem genel olarak çevreye duyarlılık, özelde ise “iklim değişikliğine” adapte olmak konusunda hepimizi Tolstoy’un dediği “kendimizi değiştirme” noktasına götürecek ve ne ülkeler, ne de bireyler bu değişimden kaçamayacak gibi…
(1)“Climate Change & Financial Risk”, Pierpaolo Grippa, Jochen Schmittman and Felix Suntheim, FINANCE & DEVELOPMENT, Aralık 2019.
(2)“Climate Change is a Global Financial Risk”, by Oliver Wyman, “Risk Landscape Review”, EUROPEAN RISK MANAGEMENT COUNCIL, March 2020.(3)a.g.e (i) syf. 27
(4)The Global Risk Report 2021, 16th Edition, Insight Report, Syf.10-14.WORLD ECONOMIC FORUM.
(5)IEA (2011), World Energy Outlook 2011, IEA, Paris https://www.iea.org/reports/world-energy-outlook-2011
(6)IRENA (2020), Roadmap to 2050, Global Renewables Outlook 2020, Edition 2020, https://www.irena.org/-/media/Files/IRENA/Agency/Publication/2020/Apr/IRENA_Global_Renewables_Outlook_2020.pdf
(7)a.g.e (vi) syf. 97